Alfa Romeo Spider 3.0 V6

0
5176

Süreyya İzgi, Alfa Romeo’nun en çarpıcı modellerinden biri olan Spider 3.0 V6’yı test etti. “Alfa Romeo özeldir. Alfa Romeo güzeldir. Ne bir Ferrari’dir herkesin imrenip imrenip durduğu, sadece çok parası olanın alabildiği…”

Alfa Romeo özeldir. Alfa Romeo güzeldir. Ne bir Ferrari’dir herkesin imrenip imrenip durduğu, sadece çok parası olanın alabildiği… Ne bir Mercedes-Benz’dir, her dönem en modern teknolojilere sahip, 100 yaşında bile olsa çakmağı dahil, her şeyinin tıkır tıkır çalıştığı… Ne de bir Cadillac, ihtişamını devasa cüssesine, iki tonluk heybetine ve benzin canavarı motorlarına borçlu olan… Alfa Romeo güzeldir, bilirim. Herkes sevmeyebilir, zaten ‘sadece seven katlanır’ diye de adı çıkmıştır ama tasarımı eşsizdir, yüksek estetiktir. Kimselere benzemez, kimselerden etkilenmez. Her zaman üzerinde el olsun ister, dokunulmayı sever ama teknolojisi eşsizdir. Yenilikleri yaratır, sesini dinletir. Ruhu sporcudur, cuore sportivo’dur, atletiktir. Satın alana sadece statü atlatmaz, karizma da katar ama herkese de yakışmaz. Anlaşıldığı üzere Alfa Romeo aşığı biri olarak geçtim bu nostaljik Spider 3.0 V6’nın içine. Aslında klasik saydıklarımdan hayli genç ama kullanmam için öneri gelince çok da üzerinde durmadım. Ha söylemeyi unutmuş olabilirim, Alfa Romeo zamansızdır, moda değildir ki modası geçsin… Henüz 18 yaşında bir Alfa Romeo Spider 3.0 V6 ile beraberim bugün… Coupe kardeşi GTV ile birlikte 1995’ten itibaren yollardaki en büyük estetik harikalarından ikisi olarak fink attı, gökyüzüne karizma saçtı Spider. Şimdi gün boyu ben tadına bakacağım. Kış günü biraz iddialı ama bu fırsatı kaçıramazdım, Türkiye’de zaten bir elin parmakları kadar var… Değerli bir parça. Şöyle ki, diğer 1.8 ya da 2.0 Twinspark Spider ya da GTV’ler gibi bolca üretilmedi bu elimdeki otomobilden. Bu 3.0 litre V6 motorlu, süspansiyonundan şanzımanına her şeyi farklı bir versiyon. Hele Spider, sadece 600 adet üretilmiş…

Alfa Romeo Spider 3.0 V6 Motor Özellikleri:

Motorla başladım, devam edeyim. Silindir başına 2 supaplı, dolayısıyla 12 valfli bu transversal yerleşimli motor. Atmosferik. Zaten o kadar diri ki, turbo da eklense bunun üzerine artık sadece tüketime destek olurmuş. Homurdanarak çalışıyor, o yırtık Alfa motor çığlıklarınıysa 4000 d/d itibariyle atmaya başlıyor, acayip bir makine. Aslında üzerinde Alfa Romeo markası taşıyan her otomobile toptan söylenir ama İtalyanlar’ın la bella macchina dedikleri sanırım en başta bu makine… Yola çıkınca daha iyi inceleriz. 1998 model faz 2 demek, 1995’te çıkan faz 1’e göre daha olgunlaşmış, aslında son hali olması gereken durumda. Burnunda GTV/Spider versiyonlarının en güzel kalbini taşıyor bana kalırsa. Kaputla birlikte yukarı kalkan, ardında boşluk bırakmayan…

2002 itibariyle tampona sarkıp 156 ile birlikte 147’nin burnundaki kalbe dönüştü ya, onu abartılı bulmuştum. Bu gömülü yerleşim, olması gerektiği kadar, orantılı. Yoksa o kalbin ne kadar büyük olduğunu bilen zaten biliyor. Kaputun arkaya doğru yükselen çapraz çizgisi, eşi benzeri görülmedik bir tasarım. İtalyan devletinin bu tasarımları -ismi Pininfarina bile olsa!- onaydan geçirdiğini düşünüyorum. Ülkenin tasarım şöhretine leke gelmemesi için…

Spider 3.0 V6’Nın Tasarımını Konuşalım!

Yoksa tasarımcılar sürekli bu kadar mükemmel tasarımlar yapamazlar… Arkaya doğru çarpaz yükselen çizgi, gerçekten dururken bile hareket halindeymiş gibi gösteriyor bu güzel cabrioyu. Otomobillerini son zamanların moda tasarım klişesi ‘coupe görünümlü sedan’ diye pazarlayan her markanın tasarımcılarına göstermesi gereken bir örnek… Arka kısımsa kesik bırakılmış, kama diye adlandırılıyor ama bence biraz yarıda kalmış gibi görünüyor. Ama o yarımlığın verdiği hava yine eşsiz… Kapı kilidinden bagaj kapağının ardındaki gizli kasaya her detayıyla özel. Zaten bu otomobil üzerinde çok fazla kumar şansı yok tasarımcısının… Zira geride 1950’li yıllara kadar uzanan bir Giulia, Alfetta, Spider geleneği yatıyor!

Alfa Romeo Spider 3.0 V6’nın İç Mekan Tasarımı:

Otomobilin kabini de kırmızı siyah ağırlıklı. Koltuklar, direksiyon simidi, kırmızı ve siyah deriye paylaştırılmış. Döneminin en üst versiyonu ve sınırlı üretim olması nedeniyle bu otomobile özel detaylar var. Örneğin koltukları, ağabey marka Ferrari’den alınmış, Testarossa’nın koltukları üzerinde ikinci oturuşum bu… Baldır destekleriyle yanal yükseltileriyle sarıyor da sarıyor vücudumu, sağa sola uçuşmayayım diye…
Kırmızı Alfa Romeo anahtarı elime tutuşturulduğunda aklıma hemen geçmişte sahip olduğum iki Alfam gelmişti. Anahtarı kontağa takıp çevirdiğimde motor görkemle homurdanınca yine onlar, bu aşamada özellikle ilki geldi, 145 1.7 16V. Sahip olduğum bir buçuk yıl boyunca bir türlü söndüremediğim enjektör ışığı yine karşımdaydı ve yine sönmüyordu! Yine ya benzini beğenmemişti ya da lambda sensörü ömrünü tamamlıyordu. Onu görmezden gelip ibrelere bakıyorum, yere dik olarak saplanmış gibiler gösterge tablosunda. Yer çekimine meydan okuyor adeta. Büyük gözdağı! Sadece görünümüyle bile ‘state of art’ diye nitelendirilen motoru çalıştırdığımda devir saatinin ibresi hareketleniyor yukarı doğru, bir tırmanışı ifade ediyor. Diğeriyse harekete geçmemi bekliyor.
Tavan tentesini elektrikli olarak kapatmak mümkün ama bu sıcakla hiç onunla uğraşmak niyetinde değilim. Hazır güneş yokken bir roadsterin keyfini süreyim bulutların altında… Malum cabrio kullanımında böyle bir sıkıntı vardır ya ülkemizde… Cabrio’su olan açar tavanı güneşin alnında beyni haşlanana kadar dolaşır, cabrio kullanmanın tarifsiz eziyeti… Cabrio denilen, roadster denilen, convertible denilen ya bulutlu havalarda ya gece ya da hava uygun olduğunda kışın kullanılır… Hafif kar atıştırırken cabrio ile dolaşmanızı özellikle öneririm, aynısını sunroofla da denemelisiniz!
Minicik kabinde her şey büyük bir estetikle yer alıyor. Yuvarlak göstergeler, minik ama bir başka ağabey Maserati’den alınma fonksiyonel düğmeler, ‘doksanlara ait’ demek istemiyorum, çünkü her biri birer klasik… Bir eksik var o da çıkarken almayı unuttuğumuz radyo teybin ön tarafı… Nostaljik olan işte tam da o parça! Otomobili müziksiz düşünemem hiç. Mutlaka bir şeyler çalar benim kullandığım araçta. Ama bu Spider 3.0 V6’da zerre dert etmiyorum. Çünkü motorun sesini dinlemek benim niyetim!
Ön camdan sileceklere gözüm takılıyor. Kaputun yapısı sebebiyle üzerine su püskürtücü koyulamadığından her bir sileceğe özel incecik su hortumları döşenmiş, ikisi de sanat eseri sanki… Mercedes bile bunu 2010 gibi SLK’de denemişti…
Alfa Romeo Spider ile gürül gürül ilerlemeye başladığımda o güzelim torkun değerini yaşıyorum. 260 Nm’lik döndürme momenti otomobili sürükleyip götürüyor. Ha yeri gelmişken beygir gücünü de ileteyim, otomobil 192 HP’lik. Çok önemli değil bu değerler, bu otomobile bıçkınlık değil karizmatik gezintiler yakışıyor. Bunların tümünü zaten kullanacak değilim ama roadsterin sahip olduğu potansiyeli anlatmalıyım. 1500 kg’u bulan ağırlığına karşın harikulade bir çeviklik içinde, asaletiyle usul usul ilerlerken gaz emri verdiğimde bir mermi gibi hızlanıyor, bazı otomobillerde beygir gücünün çarpanı, değeri, gerçeği daha farklı, biliyorum. Bu da onlardan biri işte… Kükreyerek ilerliyor. Süspansiyon elemanları diğer versiyonlardan daha üst düzey olduğu olduğu için virajlarda sıkı bir tutunma kararlılığı içinde. İşi çok da elektroniğe bırakma peşinde değil, fizik kuralları dahilinde tutunmaya çalışıyor. Geleneklere uygun olarak. Belki o da elektroniğinin zayıf olduğunun farkında…
Belgrad Ormanı civarında virajlarda kıvrıla kıvrıla cabrio keyfi sürüyorum. Fonda yırtıcı Alfa sesi, yukarıda güneşli ama buz kesmiş bir gökyüzü, elimde şık bir kırmızı/siyah direksiyon, değmeyin keyfime… derken önce ön cama, ardından burnuma, yüzüme, elime birer damlacık düşüyor… Hayır, iyiydik böyle, yağmur mu yağacak yoksa… Mevsim itibariyle kar bile olabilir… Zaten daracık, virajlı bir yoldayım, nerede durup nerede kapatacağım tavanı? Ufak ufak kabinde de damlacıklar görüyorum, henüz silecek çalıştırmaya gerek yok ama ya bastırırsa… Hızımı artırıp kapalı bir yer bulmaya niyetlenirken neyse ki kesiliyor damlacıklar…

Kusurları yok mu, Alfa bu, tabii ki var. Yakıt tüketiminin yüksek olmasına hiç girmiyorum, kullanmaya bakar ama zaten 3.0 litrelik motorla ekonomi peşinde olan varsa derim ki güzel şeyler düşünelim, başka konulardan bahsedelim… Otomobilin kapılarının çok geniş açılıyor olması AVM otoparklarında sıkıntı yaşayabileceğinizi, park yeri seçerken titiz davranmak gerektiğini gösteriyor. Bu güzel otomobille eşya taşıma planları yapanlaraysa üzücü bir haberim var, bagaj sadece 110 litrelik… Sebebi de tavanı kaplayan tentenin bagajın yarısını işgal etmesi… Ve bir de maalesef var…

Ne yazık ki çok sık elektrik arızası çıkartıyor. Demiştim ya, sahibinin elini üstünde hissetmekten hoşlanıyor diye… Ben sattığım zaman kusursuz bir durumda olmasına karşın 145’im bir saat sonra çalışmamıştı! Aküsü bitmiş! Sadece ‘satıldığını anlamıştır’ demiştim… Buna da hala eminim!.. Evet, ne diyordum, Alfa Romeo güzeldir. Hele bu versiyon, bir klasik olarak saklanacak kadar değerlidir. Ufak tefek arızayı her otomobil yapabilir. Özeneceksiniz Alfa’ya, garajda unutmayacaksınız, klasik bile olsa 10-15 günde bir köpek gibi gezdireceksiniz, eliniz üzerinde olacak. Ne de olsa Alfalar bu sevgiyi hisseder. Zaten Ford’un kurucusu Henry Ford da durup dururken her geçen otomobile şapkasını çıkarıp selam vermiş olamaz. Onda bile Alfa Romeo’nun yeri başka olmuştur. Dedim ya, Alfa Romeo güzeldir.

Yorum Yap

Please enter your comment!
Please enter your name here