Süreyya İzgi, Ford Taunus’la yollarda! “Yüzyılın tasarımı olmadığı kesin. Hele artık bu yüzyılda hiç yeri yok… Ama ’70’ler Batı Almanya’sının griliğinde ortaya çıkmış net hatlar, temiz bir şekillendirme…”
Yüzyılın tasarımı olmadığı kesin. Hele artık bu yüzyılda hiç yeri yok Ama ’70’ler Batı Almanya’sının griliğinde ortaya çıkmış net hatlar, temiz bir şekillendirme
1960’lar boyunca yollarda “üzgün ve düşünceli bakışlarla” gezinen 17M ve 20M’lere göre dikleşmiş ön panel ve farlarla daha modern göründüğü kesin. Yine de “Meğer yerlerine Taunus geleceği için üzgünlermiş!” dedirten bir güzelliği yok! (Bu arada Ford’un stili midir bu hüzün? Fiesta da bir dönem ağlamaklıydı) Sonuçta onların biraz köşelendirilmiş hali olan bu tasarım anlayışının Taunus’ta ulaştığı noktadayız. Dönemin popular tasarım anlayışı, keskin köşelere oluşturulmuş üç kutu sedan format… Köşeli yalın hatlar, seleflerine hüzünlü ifadeyi yapıştıran ön ızgarada kromajla birleşiyorsa da Taunus değişen açısı sayesinde pek matemde gibi görünmüyor!.. Kromajlı ızgara, bugünkü benzerleri gibi parlatılarak kromaj süsü verilmiş plastiklerle kaplı değil, gerçekten kromajlı metal! Ağırlıksa ağırlık! Arka bölümde çok dikkat çeken bir unsur var, aydınlatma grubu. O da gerçek! Günümüzde tek bir plastikle kapatılan aydınlatma gruplarına karşın Taunus’ta birbirine entegre edilebilmiş cam sinyal, stop ve geri vites lambası var. Bonus olarak da en alta reflektör yerleştirilmiş. Otomobilin sahibi Deniz Ilgar bunun yedek parçası gerektiğinde artık bulunamadığından yakınıyor, “Takarken vidasını biraz sıkınca çıt diye kırılan plastik kapaklardan başkası yok artık!” O tarihlerde, altında kaputun açıldığı kilidin bulunduğu eliptik logo yok, düz ifadeyle FORD yazıyor. Deniz’in dedesi bu “antika”nın ilk sahibi. Otomobil 40 yıl kadar aynı ellerde kalmış…
Çepeçevre kromajlı metal tamponlarla sarılmış olan Taunus’un iç dünyası basit ama güzel! Öne eğik kokpit tasarımı Amerikan kokan bir unsur, bacakların ferahlığında önemli bir rol üstleniyor. Derin yerleşimli göstergeler, incecik direksiyon simidi, ahşap kaplı çerçeve ve yatay konumlu havalandırma petekleri Taunus kokpitini bir sanat eserinden ziyade fonksiyonel kumanda üssü durumuna getiriyor. Bugünün şartlarında çok ilginç gelen bir unsur, dönemin normal kumandalarından biri: silecek suyu püskürtücüsü! Debriyajın solunda yerde duran tümsek pedalımsı pompaya basıldığında ön camlara cılız da olsa su sevkıyatı başlıyor!
Kokpitteki neredeyse hiçbir kumanda bildiklerimiz gibi değil! Far düğmesi kokpitin çerçevesine entegre edilmiş, aşağı doğru 2 tıkla parklar ve kısa farlar yanıyor. Farların yandığı da yine çerçeve üzerindeki lambanın yanmasından anlaşılıyor. Kokpitin tam ortasında bir tane daha var aynı düğmeden, o da rezistansı çalıştırıyor ve göreve başladığını solundaki düğmeden belli ediyor! Bugünün otomobillerinde mümkün olduğunca yakın konumlandırılan kumandalara göre Taunus’ta bütün kumandalar sanki özel bir gayretle dağıtılmış gibi! Sıkı durun bomba geliyor! Silecekler de radyo teybin yanındaki düğmeyle çalıştırılıyor. Ama az önce dediğim gibi fıskıye sol ayakta! Eskinin insanlarına gerçekten çok güveniliyormuş! Bu arada dönemin gözdelerinden lastikli cep, içinde pense ve tornavidasıyla her an göreve hazır bekliyor Buna karşılık sinyal kolu, kabindeki en komplike unsurlardan biri durumunda! Direksiyonun solundaki uzun kol, hem sinyalleri hem uzun far/selektör hem de ucuna basılarak klaksona kumanda ediyor. 1973’ten beri ilk sahibinde olan bu otomobilin neredeyse bütün parçaları orijinalliğini korurken sadece radyo, ömrünü tamamlamış ve yerini daha modern bir radyo-teybe bırakmış.
Taunus’un koltukları eskilerin deyimiyle yayla gibi. Bugünün vazgeçilmez gerekleri yan yükseltiler ve hatta kafalıklar bile yok ama geniş oturma alanları herkesi çok rahat ettiriyor. Arka koltuktaki portatif kol dayanağı dönemin en popüler ama bir o kadar da fonksiyonel aksesuarlarından. Kabinin ortasından geçip giden şaft tüneliyse arkadan itişli otomobilin kaçınılmaz yükseltisi! Dikkatimi çeken bir şey var, dış aksamlardaki gerçek metal kullanımını anlıyorum ama kabinin içinde de koltuk ayar ve cam açma kolunda kromajlı gerçek metaller kullanılmaktan çekinilmemiş! Tek kapılı otomobilin arka koltuğuna geçmek için sırtlık, koltuğun arkasında ayağa yakın bir mandalla yatırılıyor.
Otomobili ilk gördüğümde orijinalliğine hayran kalışımla başlayan heyecan seansımın, sürücü koltuğuna yerleşip motoru çalıştırmamla en keyifli anlarına başlıyorum. Kontak anahtarını çevirdiğimde motor marş alıyor fakat gaz vermediğim için hemen stop ediyor! Eee karbüratörlü motorlarla vedalaşalı epey zaman geçmiş! Yeniden bu gerekliliği akılda tutarak deniyorum, tek marşla saat gibi çalışmaya başlıyor. Vites kolu, Ford geleneklerini yansıtır şekilde yumuşacık geçiyor, sanki joystick gibi Haydi diyorum, ilerleyelim. O da ne! Direksiyon dönmüyor! Rahata fazla alışmışım! Aklıma ilk otomobilim -ki aynı familyadandır- 1976 Ford Capri V6 Ghia’m geliyor. Haydi bir gayret deyip “asılıyorum”, hidrolik direksiyon yoksa da yoldayım işte. Duyulan seslerden anlaşılıyor, Ford makinesi sağlıklı çalışıyor, ama bir sıkıntı var, fark etmemek imkansız, hantallık bırakmıyor otomobili! Halatlarla bağlı sanki, kaçamıyor iskeleden! 72 beygir, 1415 kg’lık gövdeyi tembel tembel ilerletiyor. Üstten tek eksantrikli sakin bir dört silindirli bu! Zaten hız ya da performans denemesi yapılacak bir durum yok ama gücünü de hissedelim. Neyse ki Deniz, tek boğazlı karbüratörü çift boğazlı ile değiştirmiş de göreceli bir performans artışı gelmiş. Gaz pedalına basıyorum, hızım motorun sesiyle birlikte artıyor, devir/dakikayı göremiyorum, şaşırıyorum. Karşımda duvar saati gibi bir saat var ama devir saati yok! Bir de otomobil dört vitesli, erken erken vites değiştirmenin kimseye yararı yok! Harekete geçtiğimde direksiyon “kuş gibi” hafifliyor (ne demekse!), yine geçmişe yolculuk başlıyor bende. Çocukluğumda Anadollardan gelen diferansiyel uğultusu Taunus’tan da geliyor. E, Taunus’ta da motordan diferansiyele neredeyse aynı aksamlar var! Hatırlıyorum “En iyi yerli”nin de benzer kronik sorunu vardı Kökenine ulaştığıma seviniyorum!..
Çok zorlamaya gerek yok, otomobil diri görünümüne karşın “ben yorgunum” diye bağırıyor adeta. Yumuşak bir süspansiyon sistemi varsa da yaylanma pek fark edilmiyor Hele öyle gücü arka akslarda hissedilmesiyle gövdeyi yere bastırma gibi birşey hiç yok. Bu da gücün düşük olmasıyla ilişkili. Amacım gücünü de görmek değil zaten, yetmişiki beygir gücü, 72 HP’dir. Lastiklerin yüksek yanakları da “konforda” pay sahibi ama tutunmasını sınayacağım virajlara girmedim pek. Yaşa hörmet etmek gerek. Ben göreceğimi gördüm, gerçek bir Köln ürünü, “Batı Almanya malı” güzel bir Ford ile günün gezisini tamamlıyorum. Frene basıyorum, gayet dengeli, sağa sola yönelmeden duruyor güvenlice. Basit ve güzel, güç gösterisi yok, ABS’ye ESP’ye gerek de yok.
Ford kullanırken lord olmadığım belli ama konforlu, 44 yıllık orijinal bir otomobille mantık dahilindeki kullanımlarda güvende hissettiren nostaljik bir deneyim yaşadığım kesin.
Süreyya İzgi’nin diğer test yazıları da ilginizi çekebilir!