Jeep Wrangler 2.8 Rubicon

0
5657

Süreyya İzgi, Jeep Wrangler 2.8 Rubicaon’u sizin için test etti!

‘İstediğin yere git, istediğini yap’. Bu slogan Jeep’e ait. O da ‘cip’ gibi tüm SUV’lara mal edilebilir mi acaba? Örnek vermek istemiyorum ama SUV modelleri için benzer mesajları veren çok marka var. Neredeyse tümü sonsuz özgürlük, tereddütsüz ilerleme vaat ediyor. Oysa %90’ının vadettiği özgürlük hayli sınırlı, ilerlemeyse biraz tümsek biraz çamurla sınırlı. Aldanmayın! Daha doğrusu mesajın limitlerini deneyimlemeden bilin. Yoksa yana yakıla ıssız ormanda, dağ başında traktör ararsınız! Jeep’in verdiği mesaja ayak uydurup onunla düşük devirde dans edebilecek birkaç model var. Gerekli ve doğru ekipmanı sağladığınızda her istediğiniz yere gidip düz duvara tırmanabileceğiniz! Kendi gözdelerimi isim isim sayayım, bilin ki gerisi tatlı su aracıdır, bulvar fiyakasıdır: Land Rover Defender, Mercedes-Benz G Serisi, Toyota Land Cruiser, Nissan Patrol, Mitsubishi Pajero ve tabii ki Hummer (akla gelme sırasıdır, sıralamanın yorum değeri yoktur!) Bu kadar kati yorum yaparken Q7’dir X5’dir, Touareg’dir, ML’dir, Cayenne’dir, elbette unutmuyorum, lastikti, vinçti, temel off-road donanımları yüklendiğinde ortaya çıkan arazi yeteneklerini ama bunların işi başka. Sundukları konfor özelliklerine, otoyol performanslarına ve ihtiyaç sahiplerine getirdikleri prestije (!) söyleyecek sözüm yok. Lakin standart halleriyle araziye girerseniz nerede kaldığınıza üzülmekten çok gülersiniz. Nasıl olup da reklamların gazına geldinize dövünürsünüz! Zaten görüldükleri yerler de ayrımı kendiliğinden yapıyor! Hiç off-road yapmak için dağ başına giden BMW arazi aracı gördünüz mü? Ya da bir yıkamacıda lifte alınmış ‘araziden çıkıp altındaki çamurları yıkatılan Cayenne’? Olsa olsa asfalt lastikleriyle dağ yolunda kayıp yan yatmış, şarampole uçmuş örneklerini görmüşsünüzdür!

Ha off- roaddan kastım toprak yolda ilerlemek, bir iki tümsekcik aşmak değil! Bu konuda standardım Renault 12’dir, bunları o da yapıyor zira. Yoksa yol olmayan yerde yolu açabilmek, kendi coğrafyasını yaratmak, her aracın harcı olamıyor. Biraz hırpaladığınız anda gösterge panelinde yanacak bir ışık, sizi dağ mahsuru yapıveriyor.

Bu söylediklerimi ve daha fazlasını görmek için yollardayım. Kaşınıyorum sanki biraz! 70 litrelik depom ağzına kadar dolu. Yol uzun ve zorlu olacak, planım bu. Test aracım Jeep Wrangler Unlimited 2.8 CRD’yi alıp yola koyuluyorum. Eğer biraz hayal gücünüz kuvvetliyse 1941’den beri aynı tasarımın aslını yitirmeden nasıl aşama aşama olgunlaştığını tahmin edebiliyorsunuz. İşte o evrimin son aşamasının içindeyim. Karakteristik Wrangler tasarımı en modern noktasında, uzun şasesiyle etkileyici bir görüntü içinde. Önünde Warn vinci, sağdan tavana kadar yükselen bacası, kaputu sabitleyen mandalları, asfalt olduğu kadar çamur sürüşlerine uygun lastikleri, şık jantlarıyla çok artistik görünüm, özenli detaylar O an “E bununla Reina’ya da gitsem kimse geri çeviremez” dedirtiyor bana, o kadar havalı ki!

Tüm çetin ceviz özellikleri o kadar estetik bir stiller yerleştirilmiş ki! Ama hedef gece kulüpleri değil, Bolu dağı ormanları! Güçlü bir off-road tecrübem olduğunu söyleyemem ama yine de hatırı sayılır deneyimlerim olmuştu. Tekrar ediyorum, toprak yolda ilerlemek değil, dağ bayır tırmanmaktan, bulabilirsem çamurdan geçmekten söz ediyorum! Off-road’un bildiğim iki temel kuralı var. Birincisi bilmediğin/görmediğin yüzeye girmeyeceksin. Kalırsın. Net. İkincisi arazide yalnız olmayacaksın. Bunun için birkaç arkadaşımı arıyorum, saplanırsak itmekten korkan da oluyor, katılamadığına ağlayarak işini bırakamayan da. Ani gelen davete hazırlıklı olan kimseyi bulamıyorum ne yazık ki. Yapılmayacağı yapıp yola koyuluyorum tek başıma. Orada bulurum nasılsa birini, şüphem yok. Kaçırdıklarına yansınlar

Araçta gözlemlediğim bir şey var, kabin çok daha şehirde kullanılabilir, sürücü ve yolcularını rahat ettirir hale getirilmiş, orası kesin. Tabii ve neyse ki arazi ruhunu kaybettirmeden! Kabin hava filtrasyonu ile otomatik ısı kontrolü, direksiyona entegre müzik sistemi ve Uconnect eller serbest özelliği gibi arazi sürücülerini çok ilgilendirmeyen donanımların yanında lastik desenli paspaslar ve kabini yıkayıp çamuru akıtmaya imkan veren tapalar da mevcut! Kabinde tartışmasız bir konfor var. Safkan bir arazi aracı ancak bu kadar modernize edilebilir, evcilleştirilir! Şehir kullanıcıları için kromajlı çerçeveye sahip göstergeler ‘buradayız!’ diye bağırıyor. Kokpitin üzerindeki cam kumandaları da alışılmış dışı bir tasarıma sahip, çok sevdiğimi söyleyemem ama iş görüyor! Yol bilgisayarından (tabii ki pusulalı!) hız sabitleme sistemine, havayastıklarından Infinity müzik sistemine yok yok. Infinity Premium ses sisteminde bir subwoofer ve parazitleri bastırmak için bir 368 watt’lık amplifikatör dahil yedi hoparlör varmış. Araçta ‘bula bula bunu mu buldun’ dedirten bir sıkıntı olarak hoparlör yerleşimine takıldım. Arkada yolcuların tam da kafasının üzerinde bu hoparlörlerin 6.5 inçlik ikisi yer alıyor. Siz siz olun, yüksek volümle müzik dinlemekten hoşlanan bir sürücüyle yolculuk yapacaksanız arkada oturmamaya özen gösterin! Wrangler ile otoyoldayım. Jeep’in 4 silindirli 2.8 litrelik turbo dizel motoru var kaputun altında, arazi takviyeli otomatik şanzımanla yönetilen. Şaşırtıcı otoyol konforunu takip ediyorum şeritler akıp giderken. “Yok yok buna bir şeyler yapmışlar, bu kadar konforlu muydu yahu” diyorum. Kumaş tavanın ‘izolasyonunu’ saymazsak, her şey gayet yerli yerinde. Kabinde en çok dikkatimi çekenlerden biri, torpido gözünün üzerindeki tutamakta yazan yazı: Since 1941. “Marka mirasını öne çıkarmak belki de en çok Jeep’in hakkı” diye düşünüyorum o an. Tarihin ilk arazi aracı, ötesi yok. Tarihi çok severim ya, gözümün önüne hemen İkinci Dünya Savaşı’ndan sahneler geliyor, yıkıntılar arasında ilerleyen ilk Jeep’ler, yani mekanik katırlar! Kendine gel, otoyoldasın ve güvendesin! Wrangler, bence üzerinde espri yapılmış ender araçlardan biri. Cherokee’den alışık olduğumuz Limited donanım versiyonu vardır ya, bunun çamurluğunda hem ona gönderme var hem zekice bir espri: Unlimited yazıyor! Otoyolda ilerlerken 2.8 litrelik motorun güçlü torku etkiliyor en önce. Aslında şehirden çıkana kadar kalkışlardaki hantallık, verdiğim gaz emirlerine verdiği ağır çekim yanıtlar biraz heyecanımı kırmıştı. Sanki gaz pedalı üzerine basmamı istemiyor gibi ağır ve isteksiz! Ama asıl karakteriyle biraz hızlanınca tanışıyorum. Kolay değil, 2.1 tonu harekete geçirmek. Hareket başlayınca kütleyi taşımakta asla nazlanmıyor. Wrangler’ı tarihinin her döneminden değilse de özellikle 1995’ten itibaren iyi tanıdığımı düşünürüm. O dönemde 1988 model 2.5 litrelik benzinli ve atmosferik Renault motorlu bir Jeep Wrangler ile hayli haşır neşir olmuştum. Zor bir araçtı. Olağanüstü off-road yeteneklerine karşın dert çıkarmaya çok müsaitti. Çalıştığı zamanlarda keyfi bambaşkaydı ama motor hep sorunluydu, korkunç yakıt tüketiyordu, şanzımansa olmadık yerlerde kilitlenip duruyordu. Bir de zıplaya zıplaya ilerlediğini anımsıyorum. Bu referanslarla kurulduğum Wrangler ile kat ettiğim her km beni daha da etkiledi. Süspansiyona bir şeyler olmuştu, her ne kadar müthiş bir stile sahip olsa da kaba hatlı gövdeden beklenmedik bir konfor gözlüyordum. Hız sabitleme sistemini 100 km/s’ye sabitleyip ağır usul bir seyirle Bolu’ya kadar sabrettim. Aslında 200 HP’lik motor, üst hızlara rahatça çıkarabilir ama bu soft tavanlı araçta 130 km/s civarında gürültüye yol açıyor. Daha yolum da uzun, zamanım da var Otoyolda değişen eğimlerde motor ve şanzımanı uyum içinde sessiz sedasız işbirliğini sürdürüyor ve akışı koruyor. Bolu’ya ulaştığımda yaylaya çıkmak ve yoldan çıkmak için mihmandarlığı yapacak 17 yıllık efsane zincircim Fatih’i arıyorum, ‘ben geldim, nerede buluşalım?’ Köyüne davet ediyor. E5’ten dağ sapağına vardığımda bir şaşkınlık hakim oluyor bende. 20 yıldır her kış geçtiğim yoldan emin olamıyorum, erken mi saptım acaba diyorum, yol çok genişti ama şimdi sanki 1.5 şerit kadar ancak Kar bu kadar mı farklı gösterebilir? Ağaçlar da kar yüklü olmadığından daha bir yoğun sanki Köyde benim için hazırlanmış yer sofrasında -ismini vermeyeceğim!- müthiş yemeklerden sonra ‘haydi’ diyoruz ve yoldan çıkmak için Wrangler’a doluşuyoruz. Fatih’in gözlerinde kalıtımsal bir problem var ve her yıl daha da kötüye gidiyormuş ne yazık ki. Desem ki 5 metreden ilerisini tahminle saptıyor, abartmış olmam! Kaldık mı ‘dağ başında’ Warn başıma! Sıkıntılı bir durum olursa Wrangler’ın ‘unlimited’ kabiliyetlerinden sonra kendimden başka tek güvencem Warm vincim olacak gibi! Off-road işi biraz kaşınma işi! Dağ yolunda ilerlerken direksiyonu kırmak için iz arıyorum. Çok geçmeden Fatih’in de yönlendirmesiyle (!) yola bakan bir yamaca sarayım istiyorum. ‘Buradan traktörler yaylaya çıkıyor’ diyor Fatih. Zaten başka bir şeyin çıkmasına imkan yok ki! Wrangler çıkar biliyorum ama yine de inip bir kontrol etmek istiyorum, daha ilk aşamada göbekten oturup kalmayalım. Aracın etrafında bir dönüp keşfimi tamamladıktan sonra otoyol vitesim 2H’den 4 H’ye geçiyorum. Wrangler’da bu işler ‘modern SUV’lardaki gibi küçük bir düğmeye sığdırılamamış(!) Geleneksel mekanik bir kolla yönetiliyor arazi şanzımanı! Burada Wrangler’ın mükemmel gövde açıları çok belirleyici. 44.3 derecelik yaklaşma açısıyla yamaca karşı 1-0 önde yakınlaşıyorum. Tırmanış başladığındaysa 40.4 derecelik açının avantajıyla hiç bir yere değmeden engebeyi aşabiliyorum. Dört tekerlek için çekiş emrini alınca Wrangler bir keçi gibi yamaca tırmanmaya başladı, ne sert geldi diye nazlandı ne bir an tereddütü oldu! Patinaj bile çekmeden güçlü bir çekişle kot farkını alt etti! Motorun otoyoldaki nazlı alt devirlerinin aslında ne işe yaradığını o an kavrayıverdim. Motorun 2000 d/d’de ürettiği 460 Nm’lik maksimum tork bu engebe tanımazlığı getiren. Bütün bunlar olurken geçmiş Wrangler versiyonlarına göre kabinde şaşırtıcı bir konfor dikkatimi çekti. Süspansiyonun sunduğu geniş artikülasyon mesafesi paralelinde gövde esnerken tartışmasız kabinde huzur vardı. Test aracımın henüz 4000 km’de olmasından da kaynaklanıyor olabilir, mekanik anlamda hiç bir istenmeyen gürültü, hatta tıkırtı bile duyulmuyordu. Direksiyondan da söz etmem gerek, simit büyüklüğü ve en önemlisi hafifliği kullanımı o kadar kolaylaştırıyor ki! Yağmurun yumuşattığı toprakta çamur lastiklerinin öncülüğünde coşkuyla ilerlerken şartları giderek zorlaştırmayı denedim, kaşınmaya devam yani, takılıp kalacağım ya!.. Ama ben tırmanışları dikleştirdikçe, kayalar üzerinde ilerlemekte inat ettikçe Wrangler, evinin salonundan arka odalara gidiyor rahatlığındaydı. Bu arada bir övgü düzme yazısıymış gibi anlaşılmasını istemem ama bu araç, yoldan çıktığınızda yapmak istediklerinizi yapıyor. Marka sloganı yalan söylemiyor ‘istediğin yere git, istediğini yap’ derken. Abartısız! Kartalkaya yolundan doğu yönünde orman içinde ilerlemeye devam ediyorum. Yanlış anlaşılmasın, açılmış bir yol yok, ağaçların arasından, kayaların üzerinden, bulabildiğim aralıklardan! Ve henüz şanzımanın 4L moduna geçmiş değilim. Öyle takılmayı, saplanıp kalmayı istiyorum ki, o Warn vinci kullanacağım ya, çekinmeden ilerlemeye çalışıyorum. Ama daha 4L’ye geçme gereği duymuş değilim! Bu gidişle vinci de hiç açmayacağım! Şimdi Fatih’in önerisiyle bir yangın kulesine tırmanacağız. Yine düzenlenmiş bir yol yok, ağaçların sarmaşıkların arasından geçip Kartalkaya ormanlarını gözetleyen bekçiyi ziyaret etmek istiyoruz. Önümden tavşanlar kaçışıyor, engebeli bir patikadan ilerleyerek kıvrıla kıvrıla tırmanıyoruz. Sol yanım uçurum, aşağıda, uzaklarda ip gibi otoyolu görebiliyorum. Yangın kulesine ulaşıp bekçiyle bir çay içerken nasıl gidip geldiğini soruyorum, cehalet benimkisi: ‘Nisan’da getiriyorlar, sonra ara ara uğruyorlar, Eylül’de gelip geri alıyorlar. Arada bir iki kere Bolu’ya gidersem ancak’ diyor. Kara Robinson Crusoe’su gibi bir şey, koskoca ormanda ayılarla, geyiklerle, tavşanlarla dolu yalnızlık hikayesi çok renkli aslında Masanın yanında duran tüfeği ve mermileri anlatıyor durumu. ‘Peki nasıl geliyorlar?’ diyorum, ‘ciple’ diyor. Biliyorum ki Orman Müdürlüğü’nün -model yılını bilemediğim!- Jeep’leri var! Şehir tipi SUV’lar bu kuleye çıkarken madara olur, traktör arar, biliyorum! Fotoğrafçı lüksüm olmadığından uygun olan yerlerde Wrangler’ı sabitleyip inip kendi fotoğraflarımı kendim çekmek zorundayım. Ne yazık ki her aşamada fotoğraf şansım olamıyor. Kör talih (!) Akşam üstü yağmur bastırıyor ama hava hala aydınlık. Kuleden inerken bir yumuşak toprak geçişinde ön tekerleklerin gömüldüğünü hissediyorum, patinaj filan değil, belirgin bir şekilde burundan gömülüyoruz! ‘Evet, bu kadar kaşınmanın sonu’ diyorum. Artık bir traktör gerekecek sanki. Yakında ağaç da yok ki Warn vincimi kullanma şansım olsun, inersem benim batmayacağım ne malum hem? Kısa vites kolundan düşük devir 4L’a geçiyorum, geri vitese alıyorum ve.. İstanbul’a varmak üzereyim. Yola çıkarken sıfırladığım km sayacı 850 km’yi gösteriyor! Böyle bir şey olamaz, tamam gidiş dönüş otoyolda 100 km/s’yi çok ender geçtim, biraz yüksek hızlarda ne olduğunu görmek için ama saatlerce ormanda ilerlemiştim gün boyu! Aracımın yol bilgisayarında metrik ölçüler yoktu, ama 100 km’de 21 mpg (yaklaşık 10 litrelik)tüketimle dolaştığımı saptayabildim. Şamda kayısı! Bazı otomobilleri çok sevdiğim olmuştu. Jeep Wrangler’a ise resmen aşık oldum. 350.000 TL’den başlayan fiyatıyla insana kusursuz olarak ‘istediği yere gitmeyi, istediğini yapmayı’ sağlıyor. Önceden beri kırılgan, hızlı ve lüks şehir efsaneleri gibi SUV’dan saymadığım Jeep, bana bir kez daha ‘There is only one Jeep/sadece bir Jeep var’ sloganını görkemle doğrulatıyor. Şu farkları herkesin görme şansı olsa, ‘cip’ diye kestirip atarken iki kere düşünürlerdi, kesin!

Yorum Yap

Please enter your comment!
Please enter your name here