Yok olma noktası: Dodge Challenger 1974

1
4976

Otomotiv sektörünün ünlü yazarlarından Süreyya İzgi, Dodge Challenger 1974 modeli sizin için test etti. Yok olma noktası: Dodge Challenger 1974. İşte muhteşem bir sürüş deneyimi hikayesi…

Bu otomobili, hayatımın otomobilini, 1 numaramı bu kondisyonda bulunca, açık konuşayım, “salyalarım akarak” kullandım, evet. Gün boyu 8 yüce silindirinin sesini dinledim, arada arka tekerlekleri ezdim, bir günlüğüne Kowalski oldum. Kowalski de kim? O da 1 numaralı filmimin başrol oyuncusu; Vanishing Point’in. Denilen odur ki, bu muhteşem film, “Dodge Challenger satışlarını gazlasın” diye çekilir. Amerikan Pony Car efsanelerinden olan otomobilin satışlarına katkısı tartışılabilir ama sinema tarihinin en iyi “chase/takip” filmlerinden biri olduğu da gerçektir.

Dodge Challenger

Yok olma noktası: Dodge Challenger 1974

Türkiye’de Dodge Challenger var mı sorusuna gelinde, İstanbul’da değil Türkiye’de 10 taneden fazla kaldığını sanmıyorum. Uzman ellerde toparlanmışlar ise ancak 3-4 tane. Bu kadar nadir hale gelen Challenger’ın yaşadığım yerin 400 metre uzağında bir garajdan çıkmasıysa herhalde çekim gücümle ilgili olsa gerek! Buluşma noktamıza “gür gür gür” diye homurdanarak geldi Challenger. Hani pırıl pırıl otomobillere derler ya, “çiçek gibi”! İşte tam ondan. Muhteşem restore edilmiş, toparlanmış, kendine getirilmiş ’74 Challenger. 1960’ların ikinci yarısında Amerika’da esen Pony Car rüzgarının Dodge temsilcisi olarak doğan Challenger’ın ruhu ilk olarak 1970’te canlandı. Bu gecikmiş doğum, belki önemli satış başarıları getiremedi ama Amerikan otomobili fenomeninin sembol modellerinden birini Dodge’un hanesine yazdırdı. Desem ki, E-Body gövde ve platformunu paylaştığı kardeşi Plymouth Barracuda ile birlikte “Pony Car döneminin jübile modeliydi”, yalan olmaz. 1971’de Richard C. Sarafian’ın yönettiği, başrolündeyse Barry Newman’ın rol aldığı Vanishing Point filmiyle kariyerinin doruğuna ulaşırken aynı yıl erken bir makyaj gördü. Farlar, ızgara ve stoplar yenilenmişti ve bana göre makyajlı hali çok daha güzel görünüyordu. Özellikle burunda ızgarada yapılan değişiklik ve ikişer parçalı stoplar çok daha agresif bir görünüm sağlamıştı. Gövde hatlarıysa zaten korunmuştu. Otomobilin etrafında bir iki tur atarken kendime Kowalski rolleri çizmiştim bile! “Mümkün olsa da onun gibi ülkeyi tam gaz dolaşsam” dedim Işıl ışıl Cragar jantlar, Mastercraft Avenger G/T lastikler, sanki takvimleri geri almıştı o anda!

Dodge Challenger

Ama ne olursa olsun, içine girdiğimde eski otomobillerin ya da klasik araçların o geçmez kokusu hakim. Ne yalan söyleyeyim, otomobil o kesif kokuyla güzel. 1970’lerin tipik ahşap takviyeli kokpit tasarımı, ergonominin primitif dönemlerini yaşayan kumanda yerleşimlerine karşın ferah ferah dağıtılmış onlarca düğme karşılıyor beni! Dört büyük göstergenin içleri de dolu dolu, hız göstergesi ve devir saatinin yanında geleneksel motor sıcaklık, yakıt durumu ve yağ sıcaklığı göstergelerine ek olarak dördüncü göstergede içine saat yerleştirilmiş iri kronometre görülüyor. Hız göstergesi 150 mph’de (240 km/s!) sonlanıyor, kronometre standart donanımda, durumu anlayın!

Tam da Amerikalıların anlayacağı gibi! Kumanda buton ve kolları tabana kadar taşmış! Öyle ki, sol ayağıma yakın dört farklı kumanda var; bir Amerikan klasiği olarak park freni pedalı, kilidi salma kolu, kaput açma kolu (hood) ve zeminde hiç alışılmadık olmadığımız biçimde uzun farları yakmak ve selektör için bir buton! Düğme bolluğu yetmezmiş gibi, klima da türlü çeşitli fonksiyonlarla donatılmış. Bunun anlamı da tabii ki ekstra düğme bolluğu! Tamamen mekanik olsa da sanki yaşayan bir organizma bu kokpit! Kokpitin üzerinde düğmelerdeyse iri harflerle görevleri yazılı. O zamanlar semboller henüz popülerleşmemiş!

Dodge Challenger

Neredeyse tüm fonksiyonlar yazılı ifade edilmiş, tam da Amerikalıların anlayabileceği şekilde! Bence en özel olanıysa direksiyon kolonunda, tam da göz önündeki “anahtarın nasıl çıkarılacağını” anlatan uyarı! Japon otomobillerindeki gibi bastırılarak çevrilip çıkarılmasını hatırlatıyor. İki kere kullanılınca alışılacak bir özellik için uyarıya kim gerek duyar ki! Tam kara mizah! İki kollu direksiyonun üzerindeki delikler ise 1960’ların ikinci yarısından spor otomobil sembolleri! Otomobilin anahtarının üzerindeki Chrysler amblemi kadar radyoda şimdiki gibi ünlü audio markaları yerine Chrysler yazması da ilginç geliyor bana. Otomobilin koltuklarına da bir göz atayım, hemen yola koyulacağım. Deri kaplı koltuklar, dönemin anlayışına göre en sportif tasarımlardan. Ama ne minderde ne sırtlığında yanal destekleri var, virajlarda sıkı tutunun, savrulur gidersiniz…

Koltukların arasındaki konsolun vites kolu için ayrılmış kısmı, adeta yolcu, değiştirme kilit düğmesi üzerinde olan vites kolunu kurcalamasın diye korumaya alınmış gibi görünüyor! Arkasında da kapaklı bir muhafaza bölümü; malum ‘70’lerin güneş gözlükleri daha iriydi! Otomobilde kapı ve arka yolcu camlarının manuel açılması bir yana, devasa kapıların iç kilit mandal tasarımları eşi benzeri görülmedik olduğundan heyecan verici sahip görünüyor. Bu mandalların üzerindeki Dodge amblemleri de dönemin ruhunu hatırlatıyor.

Challenger’ı yolda görmek gerek!

Orijinalliğini büyük ölçüde koruyan otomobilde Chrysler’in ünlü LA motoru yer alıyor. 318 cu in (kübik inçlik), kullandığımız birimlerle 5.2 litrelik V8 motoru, yaklaşık 230 HP güç üretiyor. Titizce korunan motor haznesini örten kaputu indirince kaputun üzerindeki günümüzde “power dome” diye tanımlanan şişkin hava girişlerini inceliyorum. Buruna yakın bir de minik parçalar var, onlara gözüm takılıyor. Bu parçalarda sürücüye dönük aydınlatmalar var. Önce anlamıyorum ama sonradan uzun burnun bittiği noktayı gösteren “işaretler” olduğunu öğreniyorum. E tabii, Amerika’da değil belki ama daracık İstanbul sokaklarında gerekli olabilir! 1970’lerin park sensörleri!

Dodge Challenger

Challenger’ın pilot koltuğuna kurulup marşı verdiğimde motor hiç uğraştırmadan çalışıyor homurdanarak. Eski Amerikancılar bilir, V8 motor belirgince titretiyor gövdeyi. Boşta gaz vermeye gerek bırakmayacak kadar homurtulu. Gaz verince ne olacak diye geçiyor aklımdan. Chrysler’in üç kademeli TorqueFlite şanzımanında vitesi D pozisyonuna aldığımda artık uçuşa hazırım. Kasmıyoruz ama homurdanarak ilerliyoruz, o kadar akıcı ki, 1.7 tonu aşan ağırlığına karşın sıkıntısız süzülüyor. Ve sanki kaputun altında bir orkestra var, bass gitarın sesi ayrı, gitarın sesi ayrı, simballerin, krosun sesi ayrı duyulur gibi, her silindirde bujinin çakışından hava ve benzinin buluşup patlamasına, pistonların sıkıştırmasına kadar bütün süreçler duyuluyor, o kadar berrak ki çalışması… Elbette ki Vanishing Point’te Kowalski’nin kullandığı gibi kullanmak istiyorum ama hem otomobilin yaşına hürmet var hem de “bir aksilik olmasın da şu keyfi biraz süreyim” tasası… Zorlamak manasız.

Hiç de yaylana yaylana süzülmüyor

Otomobilde direksiyon adeta tüy gibi. Sanki büyük bir boşluk varmış gibi geç tepki veriyor ama bir an bile kontrolsüzlük hissine kapılmıyor insan. Önde yağlı amortisörlü, arka akslarda makaslı süspansiyonda da Amerikan otomobillerine özgü yumuşaklık gözleniyor, günümüzün sportif otomobillerine benzer “kazık gibi” sertlik söz konusu bile değil. Ama örneğin bir Cadillac ya da Chevy Impala gibi salınım içinde de ilerlemiyor. Sadece yumuşak, yaylana yaylana süzülmüyor, yerli yerinde esneyen gövde sportif ruhu koruyor. Anlıyorum ki Kowalski de bu yüzden asfalttan toprak yola uçunca sürüşüne devam edebiliyor.

Chrysler Corporation’ın 1956’dan itibaren bütün markalarında kullandığı otomatik şanzımanlara verdiği TorqueFlite ismini taşıyan vites kutusu, sakin değişimlerle sürüş ritüeline saygı duyduğunu gösteriyor. Tork konvertörlü geleneksel şanzımanda vites değişimlerinde söz edilmesi gereken bir sarsıntı yok! Sakin kullanımda o da sakin, agresifleşirseniz sizi yalnız bırakmıyor! Amerika’nın ne kadar virajsız geniş yollara sahip olduğunu herkes bilir. Bu otomobiller de o yollara göre tasarlandığından viraj performansı için pek de kafa yorulmamış. Önümde viraj belirdiğinde bu durumun düşüncesi bile yetiyor, hiç asılmıyorum. Efendi efendi eve dönmek en doğrusu. Bu arada sürüş sırasında yakıt göstergesindeki hareketlilik takip edilebiliyor! 100 km ortalaması 20 litrenin altında değil ama hep savunduğum bir şey vardır, “bazı otomobillerin tükettiği benzin helaldir, tartışılmaz”, işte Dodge Challenger o otomobillerden biri!

Ağır tempoyla, hayatımın otomobilinin keyfini süre süre “ağır abi” gibi ilerlemek bana yetiyor. Gönül elbet ister Kowalski gibi gerek karayolunda gerek Arizona çöllerinde yırtınmak, aynasızları şaşkına çevirmek, helikopterlere meydan okumak, çalıların altına gizlenmek vs. vs…. Çok uzatmadan garaja dönüyoruz. Bu ruhu yaşamak bile yetiyor da artıyor.

2.El Otomobil İlanları

1 YORUM

  1. Challenger’ın eski sahibi arkadaşımdı Sarıyer’de bir göbekten dönerken kontrolü kaybedip park halindeki arabalara giriyorduk.. Güzel bir yazı olmuş keyifle okudum.

Yorum Yap

Please enter your comment!
Please enter your name here