1970’lerin otomobil modasını yansıtan 1973 Model Citroen 2CV’yi keşfetmek çok keyifli…
Geçmişten bana heyecan verenlere karşı zaafım var ya, bu kadar sportif olmayan, estetik değerleri benim algımın, ilgimin dışında kalan bir otomobilden hiç böyle keyif alabileceğimi tahmin etmezdim. Ama 1973 model Citroen 2CV ile kat ettiğim her bir metre keyif verdi, aştığım her bir kasis gülümsetti, incelediğim her detayıysa basitin güzelliğini bir kez daha ispat etti bana.
1970 model araçlarda belki de ortak bir özellik olarak, mekaniğin elektroniğe karşı gösterdiği güzellik de ayrı! Hikayesini dinledikçe klasik otomobilciliğin etkisi altına girdim. Otomobil, arkadaşım Oytun Işlar’a ait. Bundan 13 yıl kadar önce 450 bin liraya, (1500 dolar gibi bir rakama!) pek de iyi olmayan bir durumda edinip ve beşinci sahibi olarak adeta himayesine almış! Bu kadar ucuza bu kadar anlamlı bir şey alındığına ilk kez şahit oldum. Muhtemelen kullanmasaydım ‘çok bile vermiş!’ derdim ama bunu önyargı ve cehaletime verdim gitti.
Tamam, çocukluğumda İstanbul sokaklarında sıklıkla gördüğüm bu yaşlı Citroën için hiç bir zaman ‘çirkin ördek yavrusu’ gibi bir niteleme kullanmak istemedim ama pek de sevdiğimi söyleyemem. İtiraf etmeliyim, olabildiğince basite indirgenmiş model ismi bile tuhaf gelirdi bana. Meğer otomobilin tanımı, isminden başlıyormuş! 2CV, yani deux chevaux (döşova/iki beygir)! Okunması bile bir garip! Paris’teki ünlü bulvara adını veren Champ-Elysees’in şanzelize diye okunduğunu öğrendiğim ilkokul yıllarımdan beri Frankofonlarla kavramlarını, telaffuzlarını tartışmaktan kaçınırım! Bu bilgiyi şüphesiz ki bu otomobilde öğrenmedim de, aracın genel kapsamında hakim olan basitliğin isminden başladığına burada şahit oldum! Aslında bunu yanlış ve eksik bildiğimi, sahibi Oytun Işlar’dan öğrendim. Yoksa 2 beygir otomobil mi olurmuş? Tabii ki 2 beygir gücünde otomobil olamaz ama zaten CV de Fransızlar’ın vergilendirmesinde kullanılan bir betimlemeymiş. Aynen aktarıyorum: “Vergi kanunlarına göre her aracı CV ile vergilendiriyorlar. Mesela Renault 12 ve Fiat 124, 6CV olarak geçiyor. Mesela dönemin Citroën DS modeli 15CV karşılığında Zaten eski Fransızlar’da hep böyle adlandırılan bir model var. Renault 4Cv, Citroën 15CV. bizim ördek de bu cinsten işte Aslında benimkinin motoru 3CV ye karşılık geliyor. İlk üretildiğinde 2 silindirli motora sahip olan bu otomobilin beygir gücü de çok kabullenilir türden değilmiş, 28 HP! Motor değişmeden önce 2CV4 modelinde ise güç 24 HP’ymiş Çift boğaz karbüratörlü olsaydı 32 HP olacaktı
Citroen 2CV’nin tarihçesi şöyle, 1936’da Citroën’in efsanevi “gangster otomobili” Traction’ın yaratıcısı Pierre-Jules Boulanger, Flaminio Bertoni ve André Lefebvrethe gibi iki önemli otomotiv profesyoneliyle yeni bir projeyi lanse etmişti. TPV/Très Petite Voiture adı verilen bu otomobilde 500 cc hacimli bir motosiklet motoru kullanılacaktı. Bu otomobilin ilk prototipi 1937 yılında stüdyodan yola çıktı. Ama 2. Dünya Savaşı öncesi koşullarda proje çok yavaş ilerliyordu, savaş da patlayınca rafa kalktı. Alman işgali sırasında Nazi’lerden özenle saklanan otomobilin parçaları da dağınık olarak ayrı yerlerde depolandı. Boulanger’in savaş sırasında da bazı geliştirmeler yaptığı TPV için çalışmalar ancak savaştan sonra, 1946’da yeniden başlayabildi. Projeyi gözlerden uzak geliştirebilmek için Paris’in batısında La Ferté-Vidame’de bir arazi alan Boulanger, burada deneme sürüşlerine de başladı. TPV bu denemeler sonucunda 20. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuracak Citroën’in simgesel modeli 2CV’ye dönüştü. 7 Ekim 1948’de Citroën 2CV, Paris Motor Show’da sansasyonel bir tanıtımla resmen kariyerine başlamış oldu. O tarihlerde Autocar dergisi ‘Ford T Model’den beri en orijinal tasarım’ olarak nitelendiriyordu bu ilginç tasarımı. Bu arada La Ferté-Vidame’deki o yemyeşil arazi ise Citroën’in bugün de kullandığı test merkezine dönüştürüldü!
Yıllardır rastlamadığım için görünce keyifli bir gülümseme oturdu yüzüme. İtiraf etmeliyim, hiç bu kadar bakımlı beklemiyordum, abartacağım ama yeni gibi görünüyor 2CV. Kaslı kaslı Amerikanlar, düz hatlı Almanlar ya da bana nedense her markasıyla aristokrasiyi anımsatan İngilizler’in yanında değişik geliyor bu tarihi Fransız! Gerçi bu ekolde de ilginç ve özgün tasarımlar hiç eksik olmamıştır. Renault 4’e ilham kaynağı olması bir yana, Fransız direnişçilere katılmış gibi hissediyorum kendimi bir an! Şuradan SS subayları koşturarak gelecek sanki! Tamam, savaştan sonra üretildi bu otomobil ama tasarımı öncesinde başlıyor ve Naziler yüzünden gecikiyor zaten.
Neresinden incelemeye başlayacağımı bilemiyorum. Göründüğünden daha kapsamlı olduğunu inceledikçe fark ediyorum. Umulmadık donanımlar basitçe de olsa özenle yerleştirilmiş bu otomobile. Zamanında ‘teknoloji hatası’ diye nitelendirildiğini duyup gülmüştüm, meğer her şeyin ucuza getirilmeyip nasıl çözümlendiğine gönderme varmış o sarkastik sözde. Basitin de güzel olabileceğine hatta! Şirin diye kestirip atmak istemiyorum, 1940’larla yola koyulan bir araçta hayal edip uygulanan tasarımlara dikkat çekmenin peşindeyim. Çünkü dışardan bakınca ‘çirkin ördek yavrusu’ ya da ‘aaa çok şiriiin’ diye yorumlanan 2CV’nın içinde gerçekten teknolojinin şaşırdığını, yanıldığını görüyorsunuz!
Teknoloji müzesinde geziyorum!
Hangi birini anlatayım, çamurlukların üzerine oturtulmuş farlar! Bir Fransız klasiği olarak sarı yanıyorlar! Mahmuzlu tamponlar! Ön camın altındaki havalandırma kapağı! Yazları araladığınızda esinti içeri giriyor. Klima var zannetmiyorsunuz ya? Klima bu işte! Öyle sahtecikten kromajlı değil, dökme demirden kapı mandalları (kol diyemeyeceğim kadar küçükler de!)! Yarısından yukarı doğru katlanarak açılan ön kapı camları! Bu camları istenirse ayna genişliği kadar yatay kelebek camı (!) gibi aralamak da mümkün. Hele o incecik kapılar! İnceledikçe gülümsemekten yanaklarım acımaya başlıyor. Teknoloji müzesinde gezer gibiyim! Otomobilin durumu yaşına göre o kadar iyi ki, orijinal yapıştırmaları bile duruyor camlarda! Müthiş! Her şey alabildiğine mekanik! Zaten başla bir şans da yok Bir kez daha anlıyorum ki her zaman heyecanlandıran performans değil! Yola çıkmak için sabırsızlanıyorum ama daha inceleyecek o kadar çok detay var ki! Tam içeri geçecekken arka camın altındaki bir detay yakalıyor beni. Son dönem modellerinde yeniden canlanan bir Citroën geleneğini bu otomobilde görmek, markanın geçmişine saygısını hatırlattığından hoşuma gidiyor. Çok komplike bir şey değil, heyecanlanmayın! Bugünkü karakterlerle yazılmış bir Citroen yazısı, arka camın altında tam ortaya yerleştirilmiş.
2CV’nın sol altından geçen egzozun üzerindeki tahminen 21 gram ağırlığındaki (!) kapıyı aralayıp içeri giriyorum, tavanın tentesinin açık olmasıyla çok ilgisi yok, sütun görevi gören çıtalar o kadar ince ve camlar öyle geniş ki, kabin gündüzden daha açık tonlu geliyor bana. İlk dikkatimi çeken, Kapıyı plastik tutamağı çekip kapatırken gördüğüm açma kolu oluyor. Nasıl bir mekanik uygulama ile karşılaştığım anlatılır türden değil!
Bu arada kapının kilit mekanizması da yandan gelen darbelerde bazuka etkisi yapabilecek kadar iri! Gözlerimi kokpitte gezdirdiğimde yolcu koltuğunun önündeki raftaki iki kitapçığı fark ediyorum, orijinal kullanım kılavuzları olduğundan şüpheniz yok değil mi?! Otobüs direksiyonu kadar büyük ‘kemik’ direksiyonun neredeyse yatay açısı dikkatimi çekiyor, sonradan karşılaşacağım ağırlığını bilmeden! Gayet mütevazı gösterge paneli, çubuk kraker misali sinyal/silecek kollarının tasarımı bir harika! Çakmak ise sonradan eklenmiş. Otomobile sonradan takılan radyo/teyp, 1980’lerden kalma bir Fischer. Sırıtmadığı kesin Ortada biraz derinde yer alan topuz ise işleyişiyle şaşırtan vites kolundan başka bir şey değil! Kullanımı o kadar ilginç ki, alışmadan ne yapacağını bilemiyor insan! Bu yüzden gösterge panelinin üzerine yerleştirilen şemadan kopya çekmek gerekiyor sık sık!
Pedalları kontrol ediyorum, sanki uçuşa geçeceğim! Birkaç vites denemesi, tamam bakalım şimdilik. Debriyaj şaşırtıcı derecede yumuşak, fren ve gaz pedallarınıysa direksiyon mili ayırıyor. İyi, karışmaz bari! Bu arada park freni kolu da dönemin klasiklerinden. Kokpitin altında çekilen kol, üzerindeki düğmeye basılarak serbest bırakılıyor.
Tıpkı Porsche modelleri gibi sol taraftaki kontağı çevirme vaktidir artık! Bakımdan yeni çıktığı belli, 2CV aksırmadan tıksırmadan çalışıyor saat gibi. Vites kolunu yakalayıp hafif sola bükerek kendime çekiyorum, raconu değil de tek yolu buymuş! Debriyajı da salıverdikten sonra ağır çekimde ilerlemeye başlıyorum. Kıymetli bir klasiğin yarattığı emanet tedirginliği var ne de olsa! Devir saati, fazla akım çekmesin diye bakım yapan usta tarafından çıkartılmış, jakı takınca yine çalışacak. Vites değiştirme vakitlerini motor sesinden anlıyorum ki, zaten motor yüksek devir çevirme iddiası taşımadığından hemen büyütmek istiyorsunuz. İkinci vites için bir kopyayla güven tazeleyip düz ileri itiyorum kolu, motora doğru derinlere gidiyor sanki! Vites büyüyünce atılacağını zaten beklemiyorum 2CV’nın, ağır çekimde hızlanmaya devam ediyor. Pratik arttıkça bu değişimler, akıcılık artıyor ama benim için zaman olduğu bir gerçek! Bütün bunlar olurken trafikte gözleri üzerimde hissediyorum. İtiraf edeyim, bir de Ferrari Testarossa sürüşünde böyle olmuştu! Bir yerde duruyorum, dönmem gerek, ıhgh, dönmüyor direksiyon! Biz hidrolik direksiyon nesli sürücüleri için görülmeye değer bir şok! Alışınca tabii ki çevriliyor ama o anki kalakalmayı görmek lazım!
Hepsi hepsi 602 cc hacimli 45 HP’lik bir motora sahip olduğundan zaten uçmayı beklemiyorum ve harika bir ulaşım aracının içinde olduğumun bilinciyle fazla hızlanmıyorum, zaten 50 km/s işimi haydi haydi görüyor. Bu hızda geçtiğim kasislerde otomobil sarsılmıyor bile! Öyle bir süspansiyon sistemi var ki, Maserati’nin Skyhook teknoloji gibi çalışıyor sanki! Amortisörler kabinin alt kısmında 4 adet ve yere yatay yani paralel halde çalışıyorlarmış. O nedenle bir 2CV veya türevi olan Dyane, Ami ve Mehari modelleri hiçbir zaman devrilmiyorlar. Bir tek geri geri giderken devrildiklerini okumuştum bir yerlerde Maliyetine değil, sağladığı faydaya bakmak gerek!.. Yavaşlamalarda frenin hissizliği, 90’lı yıllara kadar birçok otomobilde karşılaştığımız bir sıkıntı idi. Neyse ki hızım pek yüksek değil, uygun mesafe tayiniyle gayet rahat durabiliyorum. İneyim, biraz da motoru inceleyeyim istiyorum. Uzunlamasına yerleştirilmiş minicik bir motor bu! Şimdikiler gibi korumalı değil, her şeyiyle kurcalanmaya müsait! Motor havuzunun üst bölümünde otomobilin kimlik etiketi duruyor! Ortalıkta kablolar, hortumlar, röleler ve karbüratör! Otomobil tutkunları olarak özlediğimiz karnaval görüntüleri! Modern otomobiller hiç kendilerini elletmiyorlar ki! Bunlar bu otomobilin dağınıklığını göstermiyor, asla, orijinali bu. Çok sevimli göründüğü tartışılmaz ama bir o kadar da eski! İster istemez öndeki havalandırma pervanesinin altında çalıştırmak için kol ya da yeri var mı diye bakınıyorum:) Bulamıyorum ama Oytun yetişiyor, sanki acil çalıştırmam lazım ya! İçim rahat ediyor. Bijon anahtarının arkasını pervanenin göbeğindeki yuvaya takıp çevirerek marş verilebiliyormuş! Ha bir de kaputu kapatınca direksiyonu sağa çevirip park ettiğimi görüyorum. Bunda ne var demeyin, ön tekerleklerin nasıl sağa yattığına bakar mısınız? Bu açılı dönüşler, Mercedes-Benz ve BMW’nin modellerinin 1970’lerden itibaren manevra yeteneğinde kullandığı en önemli unsurlardan birinin ta kendisi, belki de atası! Citroen mühendisleri 2CV’nın projelerini Naziler bulamasın diye ayrı ayrı şehirlere kaçırmışlardı! Her şeyi yeterince gizleyebildiklerine eminler mi merak ettim!
Citroën 2CV’yı Alman yapımı bir Dornier uçakla beraber fotoğraflıyorum önce. Muhtemelen 60’lardan kalma bir savaş uçağı. Yugoslavya en yakın zamanlara kadar kullanan ülke olmuş bu uçağı. Zamanında öncüleri Paris’i bombalayan filoları oluşturuyormuş. Çekimler ve deneme sürüşüm sona erdikten sonra Citroen 2CV ile vedalaşmaya hazırlanırken park halinde bir VW görüyoruz, muhtemelen 1974 model diyorum, Oytun bence 1966 model diye düzeltiyor! Model yılına pek uymamış ama kapısında Herbie’nin 53 numarasını taşıyor bu kaplumbağa. Çekiyorlar mı birbirlerini ne! Hitler’in gözdelerinden VW Käfer ile yanyana bir fotoğraf da çekmeden bırakmıyoruz. Ne de olsa eski düşmanlar! Barıştırmak lazım artık!